9 Temmuz 2011 Cumartesi


Yazmak işe yarıyordu, yazayım…
“O kadar doluyum ki, söyleyecek hiçbir şeyim yok”
Akıp giden sokaktan başka bir şeyim de yoktu, neyse ki bana yaklaşan dolmuşun şoför yanı koltuğu boştu. Artık o olmasa da, hayatın küçük sürprizleri, hala benimleydi.  Aşkta kaybettik. Söylenen onca kırıcı sözün, fevri davranışın, bırakıp gitmenin, arkasında yatan tek gerçek neden bu kaybedişti. Kendi evimizde göz göre göre, rezalet sayılabilecek bir futbolla kaybettik.
Duvarları yeni boyanmış bir odayı, henüz ambalajı üzerinde bir yatağı terk etmek zordu, kendinden bir parça göremediğin bir yerde kalmak zordan öteydi, tahammül edilemezdi. Nasıl becerdi bilmiyorum, sevmenin bu türlüsünü geliştirdi kendi içinde, ya da sevmedi de başka bir şeydi, bir tür gençlik heyecanı gibi. Yüzlerce kez ayakkabı çıkardığım eşikte, son kez düğümlerken bağcıkları, “bu saate nereye gideceksin” sorusu nasıl bir saçmalıksa, o ruh haliyle çıkıldı sokağa.
 Onlarca not kağıdının arasına sıkışmış, küçük anısal notlar olarak yaşayacağım yatağının altında, asla yeni bir sevgiliye gösterilmeyecek, üzerine poşet kokusu sinecek notlar.
Şimdi bu saatten sonra nereye gidilecekse, koşarak orada olmak istiyorum.

9 Ekim 2010 Cumartesi

Bir Eflatun Ölüm...

Bu şiirin yazarı Sivas'ta yakılanlardan. Behçet Aysan... Ben şiiri ilk farkettiğimde trendeydim, Ankara'ya doğru...

kırgınım, saçılmış
bir nar gibiyim

sessiz akan bir ırmağım
geceden
git dersen giderim
kal dersen kalırım

git
dersen
kuşlar da dönmez, güz kuşları
yanıma kiraz hevenkleri alırım

ve seninle yaşadığım
o iyi günleri,
kötü
günleri bırakırım.

aynı gökyüzü aynı keder
değişen bir şey yok ki
gidip
yağmurlara durayım.

söylenmemiş sahipsiz
bir şarkıyım

belki
sararmış
eski resimlerde kalırım

belki esmer bir çocuğun dilinde.

bütün derinlikler sığ
sözcüklerin hepsi iğreti

değişen bir şey yok hiç
ölüm hariç.

aynı gökyüzü aynı keder.
Kanatları takıp çıkarsak sokağa, elbette affetmez gerçek kartallar.

Kadıköy olmayan başka bir şehirden yazıyorum, bir keder haliyle, fısıldayarak içli içli, biz bize anlatıyorum. Kederliyim bu gün, önemli olduğunu sandığının, önemli olmadığı kabul ettirilmeye çalışılıyor, bu gün bana anlatılmaya çalışışan bu. Bu gün benim kabul etmek istemediğim şey bu, bunu paylaşıyorum. Üstelik bir yandan Cenk Taner, bir yandan Atv Ana Haber, bir yandan da bu başka şehrin cadde uğultusu fısıldarken kullağıma yapıyorum bunu. Madem doluyum ve yeniden yazabilmek için sebep aramaktayım. Buldum.

Yapıştırıyorum.

Sevgili kardeşler, siz siz olun, kanlı bıçaklı düşmanınız da olsa, "yok lan kanlı bıçaklı düşmanım falan değilsin" demeyin, bırakın o mühümsesin kendisini, mühimsemek ve mühimsendiğini düşünmek güzel. Mühümseyin bastığınız yeşilliği. Abartma demeyin lan işte, öyleymiş gibi yapın.

Bazen sadece can acıtabilme kapasiten kadar mutlu olabiliyorsun. Polisler gibi, indirdikçe copu, ne evde hanımdan yediğin posta, ne de apartman yöneticisinin çektiği siktir. Yapıştır ne varsa elinde, coptu, ağaç dalıydı, ayakkabıydı, ne varsa. Bazen ancak böyle mutlu oluyorsun, bu yüzden mutlu olmak her zaman iyi değil gibi.
Kendimi avutuyorum işte, yoksa aklımda tek melodi, sevdiğim şarkı sözleri "ağla, bana hala borcun var" yani benim de şimdi elimde bir cop olsa, indiricem alnının ortasına ama yok, yok oğlu yok.
Bu gece böyle, uzaydan Kadıköy olmayan bir yere bakıyorum, küçülüyorum, kendi evimde olmamanın huzursuzluğu var, sıkı darbeler yedim, ( yok lan bi şeyin demeyin mühimseyin) deplasman mağlubuyum, geriye dönmem lazım, gerçekten özledim çünkü...

Yazacak mıyım, yazdıklarım böyle sıkıcı mı olacak bilmiyorum. Bildiğim şeyler de var, birisi; Kadıköy her zaman lodosludur.
Döneceğim...